Kentsel Saçaklanma (Urban Sprawl) vs. Kompakt Kentler: Güvenlik, Afetler ve Gizli Maliyetler
- Mimar Mine Kavasoğulları
- 14 Eyl
- 4 dakikada okunur
(Bu yazı MT Severler Derneği'ne özel olarak Eylül 2025 için Yoğunluğun Ekolojisi webinarına ek kaynak olarak yapılmıştır. Webinarı yeniden izlemek için bağlantıya tıklayabilirsiniz.)
Her depremden sonra aynı sorular tekrar gündeme gelir:“Bahçeli tek katlı evlerde yaşasak daha mı güvende oluruz?”“Büyük şehirler birer ölüm tuzağı mı?”
Bu sorular kulağa basit gelir, cevapları daha da basitmiş gibi görünür. Oysa gerçek çok daha karmaşıktır. Bazen güvenli ve basit sandığımız çözümler yeni tehlikeler üretir. İşte bu nedenle kentsel saçaklanma ile kompakt kent modellerini doğru okumak, güvenlik ve yaşam kalitesi arasında doğru dengeyi kurmak hayati önem taşır.
Kentsel Saçaklanma (Urban Sprawl) Nedir?
Kentsel saçaklanma veya Urban Sprawl, kentin kontrolsüz ve düşük yoğunluklu biçimde dışa doğru yayılmasıdır. Çoğunlukla iş ve hizmet merkezlerinden uzak, otomobile bağımlı banliyö dokuları üretir.

Kentsel Saçaklanmanın Görünmeyen Bedelleri
1.Çevresel ve İklimsel Etkiler
Saçaklanma tarım alanlarını ve doğal habitatları yok eder, ekosistemleri parçalar. Beton ve asfalt yağmur suyunun toprağa sızmasını engeller ve yüzeyden kirli su oluşumunu artırır. Daha büyük evler ve uzun yolculuklar kişi başına enerji tüketimini ve karbon salımını yükseltir. Avrupa Çevre Ajansı, bu kentleşme modelinin iklim kriziyle mücadeleyi “ciddi biçimde baltaladığını” vurgular.
Afetlerle birleştiğinde etkisi daha da görünür olur. Mesela Houston, Harvey Kasırgası’nda bunu yaşadı: Sulak alanlara yayılan banliyöler, suyu tutan doğal süngerleri ortadan kaldırmıştı. Sonuç: Yoğun yağış kısa sürede yıkıcı sellere dönüştü.

Kaliforniya’da orman sınırına taşan banliyöleşme, yangın riskini aynı şekilde büyütüyor. Bu nedenle her sene Kaliforniya'dan insanları etkileyen yangın manzaraları görüyoruz. Benzerleri birkaç yıldır ülkemizde de gerçekleşmeye başladı.

2.Altyapı ve Ekonomi
Düşük yoğunluklu yaşam daha fazla yol, daha uzun boru hattı, daha çok elektrik ve kanalizasyon hattı demektir. Belediyeler için kişi başına hizmet maliyeti artar; bütçeler zorlanır.
Bu nedenle iki uçlu bir tablo ortaya çıkar:
Zenginler için: Yüksek altyapı maliyetlerini karşılayabilecek hane gelirine sahip olanlar, saçaklanmış bölgelerde bahçeli evler ve geniş parsellerde yaşama imkânı bulur. Bu alanlarda kaliteli hizmet ve güvenli altyapı kurulur, ama yalnızca yüksek bedel ödeyebilenlerin erişimine açık olur.
Dar gelirli gruplar için: Aynı alanlarda altyapıya yatırım yapılmadığında, yolların bakımsız, kanalizasyonun yetersiz, toplu taşımanın eksik olduğu bir yaşam gerçeği doğar. Böylece bu bölgeler, “barınma sorununa çözüm” gibi görünse de aslında düşük standartlı, riskli ve çoğu zaman güvencesiz yaşam alanlarına dönüşür.
Sonuçta kentsel saçaklanma, ya yüksek maliyetli elit banliyöler üretir ya da altyapısı eksik, sorunlu konut bölgeleri. Her iki durumda da kamu için sürdürülebilir bir çözüm oluşturmaz.

Ayrıca trafikte kaybedilen saatler, sosyal hayattan ve üretkenlikten çalar.
İnsanlar banliyölere yerleşme hayalleri kurduğunda, genelde gerçeklikten bağımsız, pozitif olgulara kilitlenen hayaller kurarlar. Bahçelerinde geçirecekleri tatlı akşamları hayal ederler. Nerede çalışacaklarını, işe gidip gelme sürelerini, hastanelere erişimi gerektiren acil durumları pek de düşünmezler.

3.Sosyal ve Fiziksel Sağlık Yan Etkileri
İyi tasarlanmış kompakt kentlerde hayat sokakta karşılaşmalarla akar: Köşedeki fırın, parktaki buluşma, iş çıkışı sinemaya gitme... Saçaklanan bölgelerde bu gündelik karşılaşmalar kaybolur. Sosyalleşme imkanları zayıflar, izolasyon artar.
Fiziksel sağlık da etkilenir: Günlük hareket azalır, obezite ve kalp-damar hastalıkları artar. Uzun işe gidiş gelişler stres ve kaygıyı büyütür. Trafik kazaları daha sık yaşanır.

ABD'deki Atlanta ve İspanya'daki Barselona'nın nüfusları neredeyse aynıdır ama Atlanta'nın yüz ölçümü 4.280 km², Barselona'nınki ise 162 km²’dir. Yani Atlanta 26 kat daha büyük alana yayılır. Bunun bazı sonuçlarını özetlersek:
Barselona’da bir raylı sistem nüfusun %60’ına ulaşırken Atlanta’da yalnızca %4’üne erişebilir. Dolayısıyla araç sahipliği Atlanta'da dramatik ölçüde artar. Her hanede 2 araç vardır.
Atlanta’da altyapı maliyetleri çok daha fazladır ve yolculuk süreleri daha uzundur.
Barselona ise orta katlı ama yoğun dokusuyla hem verimlilik hem erişilebilirlik sağlar.
Bu örnek şehirlerin sunduğu kompaktlığın avantajlarını açıkça ortaya koyar.
4.Toplumsal Ayrışmalar
Kentsel saçaklanma yalnızca mekânı yaymakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal ayrışmaları da derinleştirir. Tarih boyunca kent çekirdekleri çoğu kez kolektif deneyim ve gözleme dayalı geçmişten gelen bir bilinçle, sağlam zeminlerde ve olası doğa olaylarına dayanıklı noktalarda gelişmiştir. Bu yüzden eski kompakt merkezler, genellikle doğal afet risklerinin düşük olduğu bölgelerde bulunur. Yani tarihsel olarak kent merkezlerinde yaşayanlar, bilinçli olmasa da bugün hâlâ görece daha güvenli alanlarda oturuyor olabilirler.

Bu durum, afetlerde eşitsizliği daha da görünür kılar. New Orleans'daki Katrina Kasırgası (2005) bunun en çarpıcı örneğiydi:
Düşük kottaki siyahi nüfus yoğunluklu banliyöler, taşkın ovalarında kurulu oldukları için, setler yıkılınca tamamen sular altında kaldı. Evler ve birikimler yok oldu, topluluklar bir türlü toparlanamadı.
Kent merkezine yakın yüksek kotlu, tarihsel olarak siyahilerin da yaşadığı mahalleler su altında kalmadı. Afet sonrası “güvenli” oldukları anlaşılınca normalde siyahiler yaşadığı için daha uygun fiyatlı olan bu bölgelerde ev fiyatları hızla yükseldi, demografi değişti ve bu bölgeler kısa sürede beyazlaştı. (İngilizcede gentrification kavramı)
Sonuçta afet, yalnızca binaları yıkmadı; kentin sosyal haritasını yeniden çizdi. Yüksek ve güvenli zeminlerdeki bölgeler değer kazanırken, alçak ve riskli alanlarda yaşayan dezavantajlı gruplar daha da geride kaldı.
Deprem Özelinde Bir Değerlendirme: Asıl Güvenliği Ne Sağlar?
Önemli Olan Yükseklik Değil, Kalite
Deprem güvenliği öncelikle tasarım, malzeme, mühendislik, denetim ve zemin koşullarına bağlıdır. En ağır kayıplar ya zayıf tek katlı yapılarda ya da dayanıksız orta katlı apartmanlarda yaşanır. Yüksek kentleşmeye sahip gelişmiş ülkelerde (Ör: Japonya ve ABD) yüksek yapı stoğunun fazlalığına rağmen can kayıpları modern yönetmelik ve denetim sayesinde düşüktür. Yani depremlerde öldüren "şehir" veya "yüksek yapılar" değildir.
Bunun en büyük kanıtı 2011'de Japonya'da gerçekleşen 9.1 büyüklüğündeki depremde Tokyo gibi gökdelenlerle dolu bir şehirde sadece 8 kişinin, Japonya genelinde yaklaşık 19000 kişinin, Türkiye'de 2023 yılında gerçekleşen 7.7 büyüklüğündeki depremde ise resmi verilere göre en az 53.000, resmi olmayan tahminlere göre ise 100.000'i aşkın kişinin ölmesi.
Üstelik Japonya'daki ölümlerin %92'si doğrudan depremde binaların yıkılması değil, sonrasında gelişen tsunami sonucu boğulmalardan kaynaklıydı.

Tek Kat Efsanesi
Ahşap karkas tek katlı yapılar hafif ve esnek oldukları için avantajlıdır. Ama Türkiye’de banliyö evleri çoğunlukla betonarme ya da kagirdir. Bu durumlarda tek katlı yapılar da deprem sırasında gayet ölümcül olabilir. Ayrıca saçaklanma, denetlenmesi gereken bina sayısını artırarak kontrolü daha da zorlaştırır. Bizim gibi esas sıkıntının "denetim mekanizmalarında" yaşandığı ülkelerde, depremdeki can kaybını azaltacak şey yapının kat yüksekliğinin az olması değildir. Maalesef sorun daha köklüdür.
Müdahale Süresi
Deprem sonrası dakikalar hayat kurtarır. Kompakt kentlerde arama-kurtarma, sağlık ve barınma hızla organize edilebilir. Saçaklanan alanlarda ise ambulansın ya da itfaiyenin ulaşması zaman alır.
Zemin Faktörü
Örneğin Avcılar gibi dolgu veya yumuşak zeminli bölgeler sıvılaşmaya açıktır. Bu risk bina yüksekliğinden bağımsızdır. Saçaklanma çoğu kez ucuz ama tehlikeli zeminlerde geliştiği için deprem riskini büyütür.
Kısacası depremlerde güvenliği sağlayan şey bahçeli ev değil; sağlam zeminde, yönetmeliğe uygun, iyi denetlenmiş binadır.